21 Ocak 2013 Pazartesi


KAĞITTAN SERZENİŞLER

Nerden başlamalı bilemiyor insan.
Neden başlamalı ki ayrıca.
O’nu ilgilendirmeyen,
bir kağıt parçasının üzerinde
değer kazanır mı?

Böyle konuştuğuma bakma!
Haksızlık ediyorum sana.
Hep sen kaldın yanımda.
Ne bir dost ne bir sevgili
kaldı yarına…

Özür niyetine empati kurdum anında
kağıt, senden bir farkım yok bu durumda
buruşturulup atılıyor insanda
ne sorgu ne korku…
geçmişinin hiçe sayıldığını görmek
koyuyor ulan adama.

Gel gör ki;
ne farkı kalıyor insanın,
buruşturulan bir kağıt parçasından.

Şizofren oluyorum inceden galiba
ne kağıt kadı ne kalem.
Hepsinle olmuştur muhabbetim,
en azından bir merhabayı esirgemem.

Bu kadar aciz bir benzetme..
Çok mu sevdin be adam?
soruyorum kendi kendime.

Bak! Öyle bir gitmişsin ki,
Anlatamıyorum cümlelerde bile.
Satırlar boyu saçmalıyorum.
Neden tutuyorsam kendimi..
Ah! Gidişinin önüne sermeliydim,
ana avrat atarlı cümleleri.

Ama,
Öyle bir gitti ki O,
Öyle bir gittin ki Sen,
Öyle bir bırakıldı ki Biz,
Öyle bir şaşırdı ki Onlar..

Anlayacağın
gidişin ne bana yaradı,
ne kişi zamirlerine.

Umarın gittiğin yere
Kısa zamanda varırsın.
Her ne kadar varmak
bitiş değil, başlangıç olsada-
-bu arada yazdıkları mı hiç bilmeyecek olman da
ayrı koydu ya yazının sonunda..
Evet, s’ona nokta var.
Epey geç olmuş, bu satırda dolmuş vakit..


15 Ocak 2013 Salı


 ..Buralar

Ne zamandır yokluğunla yorulmaktayım.
Kafamda birçok hayali bitirmekte,
kaybettikçe farkında,
kayboldukça dahada
yalnızlaşmaktayım.
Bir yerlerdeyim işte
soğuk, sessiz,
vurdumduymaz,
halden anlamaz bir yerde.
Ve gerçekten buralar soğuk.
Her yanı yanmak üzere sanki,
ama üşüyorsun nedensizce.
Bir süre sonra sorgulamıyorsun.
gittikçe alışıyor,
avunuyor,
aldanıyorsun.
Gariptir, ama böyledir buralar.
Hep mi böyledir diye soranlar;
birileri gider birilerinden
sonra böyledir buralar.
belki sensizliktendir bendeki buralar.
nedenini anlamıyorum
hiç konuşmuyor kalbim
senden sonra buralar
suskun, dilsiz, çaresiz
kalbim ...


10 Ocak 2013 Perşembe





BOŞLUK DOLDURMACA


Uyanıyorum. Hava yine salya sümük. Nerden mi anladım? Camlarada bulaştırmış, olmuşlar buğulu. Dokundum, elime sildiler ağızlı burunlu.

Olağan bir duruma böyle yaklaşmam canımı sıktı, sigaramı aradım. Paket boştur aslında. En fazla bir kontenjanla sınırlı, dudağıma atama bekliyordur. Neyse ki gördüm. Orda yine, yatağın baş tarafının halıya doğru uzanan hizasında, yatağın altına ilişmiş, irkilircesine. Almak için yatağın altına eğildiğimde baktın ki; birikmiş yığınla boşluk kalıntıları.

Evet, dağınık bir kişilik olabilirsiniz, ama bu kadar çok boşluk biriktirecek kadar boş vermiş olamazsınız. Daha doğrusu olmasanız daha yararlı. 

Bir şeylerden bahsettim birkaç satır önce. Bu yüzden devam etmem gerekiyor söylenmesi gerekenler, anlamlarını yitirmeden. Kötü haber nerden, nasıl bahsedeceğimi bilmiyor, kelimelerin gidiş yolundan cümlelerime ulaşmaya çalışıyorum. Bekleyin biraz! Sigaramı yakıyorum. Her şeyi o başlattı. Şimdi yaktım onu!

Ben yazılarımda hep uzatmaları oynuyorum. Bu uzatma, futbol teriminin anlam kazandırdığı bir uzatma değil. Gerçek uzatmalardan bahsediyorum. Çoğu insan söyleyeceklerini pat diye söylüyor, yazarken de aynı şekilde öyle yapıyor. Ben  bunu beceremiyorum. Galiba ne kadar kısa ve direk yazarsam, yalnızlığımla o kadar uzun vakit geçireceğimden emin olduğum için korkuyorum.

Bu yüzden yazdıkça yalnızlığa karşı uzaklaştırıcı bir dua okuyormuşum gibi hissediyorum ve de işe yarıyor, bu süre sarfında bana pek musallat olmuyor. Bu aralarda yalnızlıkta yalnızlıktan korktuğu için mi bilinmez, her boşluğu değerlendirmek ister; görmenin mümkün olmadığı, lakin hissetmenin an ve an yaşandığı meşhur boşluk duvarlarına tırnaklarını geçirenlerle, sıkılmadan oynadığı oyunlarına devam eder.

Herkesin kaçış yolu vardır bu tarz gerçeklerle ilgili. Yazının kapılarını açtığınızda sizi ilk “uyanmak” ile karşıladım. Çok basit bir karşılama olduğunun farkındayım. Hiçbir enteresan ayrıntısı yok, ama bu hiç enteresan gelmeyen olgu bütün boşlukların ya da yalnızlıkların başlangıcını temsil ediyor kanımca-Ayrıca Temsil gücüde tanınmış, huzuruna çıkan her güneşin karşısında.

Durun! Nasıl unuturum vardiyacı uyanmaları. Gecedir onların mekanı. Yüzümüze afrasını atıp, güneşe inat yıldızların arasında saygı duruşa geçen bir de Ay’ı vardır.

En çok bu zamanın müdavimleri, geçtikleri boşluklarda izler bırakır. Ne kadar karanlıksa etrafları kimse bilmez o kadar iz bırakır, gelenlere yol olsun diye değil! Aksine o yoldan dönsünler diyedir fark etmeden sarf ettikleri çabaları...

…yani boş geliyor yığınla harf dolu zırvalıklar insanlara. insanlar oyun oynamak istiyor. Oyalanmak! Gerçeklerle yüzleşmek, ruhlarının çakma derisini yüzmek gibi hissettiriyor.  

Ellerinde bir bulmaca, içinde sarmaşığa dönüşmüş boşluk doldurmaca.
Kazansanda bir boşluk, kazanmasanda.
Ziyanı yok oynamaktı önemli olan.
Çünkü oyunun ta kendisiydi seviliyor olan.
Oyunu kazanman ya da kaybetmen için bitmesi gerekirdi en azından.
Hiç bitmeyecek bir oyun olur mu? Elbet biterdi.
Bir oyun vardır ki: ne zaman biter bilemezsin.
O zaman oyunun kendisi olursun.
sen bitince, oyunda solanmış olur..

Oyunlar, oyalanmacalar, yalanlar...

..İnsanlar biraz fazla büyümüyor, biraz daha bürünüyor…

9 Ocak 2013 Çarşamba



 KARMAKARIŞIKLAŞMAK


Sabah kalktığında gitmen gereken yerler vardır. Belki akşam. Peki ya  gece? Zamanın herhangi bir diliminde anlaşalım. Evet, yapman gereken zorunlu olsun yahut olmasın bir şeyler vardır ama, oturduğun köşende o kadar sinmiş ki üzerine aklında kalanlar. Kokusunu çıkarmadan üstünden, ayrılmak istemezsin kala kaldığın yerden. Öylece bir noktaya odaklanmışsındır ki; geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman birbirine girmiş, büyük bir kavgayı ayırıyor muşsun gibi hissedersin. Sesler, uğultular, daha kötüsü büyük çığlıklar. O kafanın içindedir ki; buna engel olamamak, seni umutsuzluğa sürükleyen, aciz bir soyut kavarama dönüşür. Sen o soyutlukta hiç deniz görmeyen biri gibi, o denizin üzerinde duracakmışsın gibi düşüncelere bürünürsün. Oysaki içine girdiğinde ya boğulacaksın ya da çırpındıkça daha da batacaksın. Kurtulma şansı yok mu? Bunu bilseydim o soyut okyanusundan, somut kıyılara çoktan çıkmış olurdum. Halen çırpınıyorum. Bir çoğumuz gibi batıp çıkarak bir şans bekliyorum işte. Beklide şanslıyız bununla yetinebilenlerle. Ya hiç şansı olmayanlar? Çoktan boğulup gidenler ? Onlar da istemez miydi çırpınarak birkaç dalga, birkaç deniz köpüğü daha görmek. Ben bu kafamın içinde, süzgeçlerimde takılı kalan unutulmuş gerçeklere: “karmakarışıklaşmak” diyorum. Aslında onlarca bir şeyler söylenebilinir. Pek bir numarası yok bu tanımın bahsettiklerimin karşısında. Ama bir şeylere isim koyulmalı; bize, ona, şuna koydukları gibi. Bu ne demek istediğim hakkında pek bir fikri olmayan masum yazıda, koyduğum ismi kendisinin seçme şansı olmadığını düşündüğü için bana bıraktı daha en başından. Bizim gibi yaptı yani. Bizde bıraktık, onlar tuttu ve tutturdu bir isim koydu önümüze ki biz ne istedik ki önümüze koydular bu anlamları dahi anlamsız olma ihtimali, anlamlı olma ihtimalleri kadar yüksek olan  kelimeleri. Herkes bir şeyler söylüyor, herkesten önce söylediği için, ondan sonraki herkes onun söylediklerine abone olarak, onu haklı çıkarıyor ve zincirleme döngü başlamış oluyor. Ondan ona satılarak.


Bahsetmek istediklerim; filozoflar, şair, yazar yani kelimelerle, cümlelerle, cilt cilt eserlerle, düşünmekten kaçındığımız olguları fikrimizin ince gülüne dayandırarak yansıtan önemli zatlar. Bunların içinde “filozoflar” çok enteresan geçekten. O dönemlerin yokluğu ve karmaşası içinde yapacak ve oyalanacak çok büyük alternatifler olmamasının sonucu olarak, beyinlerinin içinde dönüp duran uykusuz düşüncelerin farkına vararak, diğer insanlarda da farkındalık yaratmak için kendilerine bir görev tayin etmişler. Onlar şanslıydı filozof olmak için. Çünkü tüketilmiş hiçbir soru-cevap ya da üzerinde farklı teori-yaklaşım çalışmaları yapılacak  soyut-somut bir seçenek yoktu. Onlar tüketmek için mi bilinmez başlamışlar yola koyulmaya. Günümüzde filozof olacak kafa çok olsada, tüketilmiş o kadar çok kavram var ki, nerden başlasan karşına bir Platon, bir Aristo, hadi bir de Descartes olsun çıkacak ve adam haklı beyler diyip dağılacaktır istek parçalarınız.

Boşuna karmakarışıklaşmak olunmuyor. Olunca da böyle olunuyor. Umarım karmakarışık olan zihniniz, benim birbirinden bağımsız, gayrimeşru yazılarımla daha da karmakarışıklaşmıştır çünkü, ne kadar bulanırsa zihniniz sonunda dayanamayıp, o derece buharlaşıp uçup gidecektir. Doldur boşalt metodu. Otobüslerde sıkça karşımıza çıkan bir metottur bilirsiniz. hayır, yanlış bir bilgi oldu. Onların kullandığı metod daha çok; doldur doldur korkma! Boş yer yok, diye bir şey yok! sakın buna inanma. Kısaca “doldur boşaltma”  metodu. Ulan yazının sonunu katlettim az önce. Stand-upların olmazsa olmazları dolmuş muhabbetiyle final yaptım. Türk mizah geleneği naparsın. Naparsın? Ben buradan uzaklaşırken, merak edenler varsa yazıya doğru yaklaşır ve okumaya başlar. Belki yazının ikinci serisini çekerim, yazı tutarsa. Sanki milyonlar okuyor ya, o yüzden fazla havalara girmeden en iyisi aklıma eserse ikiyi de yazarız ya da başka konulara dalarız diyorum siz bana dalmadan, nokta koyuyorum.