“Kendimden başka hiçbir eksiğim yok” diyordu yirminci yüzyıl
dünya edebiyatının en önemli yazın adamı Franz Kafka. Kırk bir yıllık yaşamı
boyunca aile, iş ve toplum yaşamında hep eksikti o. Annesine, babasına karşı
evlat olarak, bürokratik bir devlet ve toplum yapılanmasına karşı birey olarak
eksikti. Yazdığı eserlerinde hep bu sözünü ettiği eksiklik, zayıflık
yönlendirmişti onu. Bu eksiklikleri olmasaydı büyük bir olasılıkla Franz
Kafka’dan da, eserlerinden de yoksun olacaktık bugün.
Yirminci yüzyılın sadece ilk çeyreğini yaşamış olan
Kafka’nın eserleri çağımızı anlamada bizlere hala sonsuz ışığıyla yol
gösteriyorsa eğer, bu yirminci ve yirmi birinci yüzyılı Kafkasız anlamamızın
eksiz kalacağının biricik kanıtıdır. Öyleyse yaşadığımız dünyayı anlamak için
Kafka’yı, Kafka’yı anlamak için de onun eserlerini ve yaşamını incelemek
gerekiyor.
“Yaşam, daha başında kaybedilmiş bir savaştır.” diyecek olan
Franz’ın yenilgisi 1883 yılının 3 Temmuzunda Prag’da başladı. Kafka’nın soyunun
gerçek soyadı Kavka’ydı ve Franz da imzalarının çoğunu Kavka olarak atardı.
Kavka , Çekçede alakarga cinsinden bir kuşun adıdır. Prag’da oldukça çok
bulunan kavkalara bazen kutsal bir simge olarak bakılırken kimi zaman da
sürüler halinde uçmalarından dolayı savaş habercisi olarak bakılmıştır. Kafka,
soyadının taşıdığı bu zıtlığı yaşamı boyunca hep yaşayacaktır. Bu zıtlığın
kökeninde ise, Kafka üzerine inceleme yapmış pek çok araştırmacının değindiği
üzere, babasının otoriter davranışları yatmaktadır. Babası, Franz’ın dostlarını
ve nişanlılarını sürekli eleştirir. Franz, babasını anlatırken sert bir dil
kullanır ancak kinden uzaktır anlattıkları. Kin ile suçluluk duygusu koşut
ilerler yaşamında ve eserlerinde. Zaman zaman babasının sevgi gösterdiği anları
gözleri yaşararak anlatacaktır. Ne başkaldırır babasına, ne boyun eğer ne de
sevgi taşır içinde ona karşı. Evde ve işyerinde, Hermann Kafka herkesi ezen
zorbanın tekidir. Her fırsatta herkese bağıran, herkesi susturan, Franz’ı bir
balık gibi parçalayacağını söyleyen, yanında çalışan hasta bir tezgahtarı için:
“Gebersin Köpek!” diyen bu baba karşısında eli kolu bağlıdır. Babasının
işçilerinin burnundan getirmesine inat oğul Kafka, iş kazalarına karşı bir
sigorta kurumunda memur olacaktır. Aile yaşamına karşı duyduğu tiksinti o
boyuttadır ki ‘Hepiniz bana yabancısınız’ der annesine. ‘Yalnızca bir kan bağı
var, ama o da kendini duyumsatmıyor. Bundan da nefret ediyorum; evde annemle
babamın yattıkları yatağın kullanılmış çarşaflarını, dikkatle yerleştirilmiş
gömleklerin görünüşü, beni kusturacak kadar bunaltabilir, içimi altüst
edebilir.’ diyordu.
Kafka’nın Dava adlı romanında yer alan tutuklama
görevlileri, yargıç, avukat, amca Max, rahip vb… hep birer baba figürünün
yansımaları olarak okunabilir. Dava’nın final bölümünde K. çukura yatırılmış
idamını beklerken aklından bir takım düşünceler geçirir. Bir yardım
beklemektedir ve yargıcı geçirir aklından: ‘Neredeydi o bir türlü yanına
yaklaşamadığı yargıç?’ Franz da yaşamı boyunca babasının yanına
yaklaşamamıştır. ‘Dönüşüm’ de romanın kahramanı Gregor Samsa ise üç durumla
hesaplaşır: Baba otoritesiyle, duygusal yaşamın yok olmasıyla ve ekonomik
sömürüyle. ‘Dönüşüm’de babasının işlerinin bozulmasıyla (Kafka’nın babasının
yaşamı boyunca işlerini ailesinin önüne koyduğunu ve çalışanlarını ezdiğini göz
önünde bulundurursak bu iflas, Kafka’nın önemli bir fantezisi olarak
değerlendirilebilir) yıkılan ailenin tek umudu çalışmakta olan Gregor Samsa’nın
bir sabah uyandığında dev bir böcek olmasıyla başlayan aile içindeki sorunlara
ve aile bireyleri önündeki aşağılanma ve tiksinti duyguları arasında ortaya
çıkan bir varoluş sorununa değinilir. Gregor’un ulaştığı nihai özgürlük aile
fertleri tarafından bir süpürge ve bir faraş yardımıyla atılmak olur, tıpkı
Dava’da Josef K.’nın öldürülerek kurtuluşa kavuşması gibi. Ölüm Kafka’nın en
önemli sığınağı olarak, yaşam kafesinden kurtulmasının gereğidir.
Kafka: ‘Av köpekleri henüz avluda oynuyorlar; ama avları
daha şimdiden ormanın içinde ne kadar hızlı koşarlarsa koşsunlar, ellerinden
kaçamayacaklar.” Bu özdeyişiyle insanoğlunun bir av olarak kaçınılmaz kaderine
dikkat çeker. Aynı zamanda kendisinin zayıflığına ve ruhsal bakımdan
güçsüzlüğüne de işaret eder. Kafka zayıflığı hakkında şunları yazar:
“Bildiğim kadarıyla, yaşam için gerekli koşulların hiçbirini
beraberimde getirmiş değildim, yalnızca insana özgü genel zayıflığın
taşıyıcısıydım. Bu zayıflık sayesinde -bu anlamda sözünü ettiğim zayıflık, çok
büyük bir güçtür- yaşadığım dönemin bana zaten çok yakın olan, savaşmak değil
belli ölçüde temsil olmak hakkına sahip bulunduğum olumsuz yanını olanca
gücümle özümsedim.” (Fischer,1998, 15)
Kafka’nın Dava’sı Neydi?
Kafka, tüm eserlerinde baş kahramanlarına bu zayıflık,
itilmişlik, güçsüzlük, çaresizlik vs. gibi psikolojik durumları giydirir.
Kafka’nın karakterleri, felsefi ve psikolojik bir tartışmanın aktörleridirler.
Kafka yine bir özdeyişinde “Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı.” diyerek
insanoğlunun içine doğduğu toplumun tüm kurumlarıyla birlikte bireyi nasıl
esirleştirdiğini vurgular. Şato adlı romanında kendini kabul ettirebilmek için
kafese girmek için rıza gösterir baş kahraman K. Onun için yaşam, sorumluluklar
yumağı içinde ve bireylerin özgürlük yanılsamaları ile avunduğu kocaman
kafesten başka bir şey değildir. Aslında bu özdeyişi ‘Dava’nın da diğer tüm
eserlerinin de ana düşüncesini oluşturur. ‘Dava’da, insanlarıyla, işyeriyle,
mahkemesiyle, akrabalarıyla, diniyle ve memurlarıyla bireyin çevresini kaplamış
olan toplum otoritesi adeta avını aramaya çıkmış kafesi andırır. Kafka,
kendinden on yıllar sonra Jean Paul Sartre’ın söylediği ve varoluşçuluğun
sloganı olan ‘Başkaları Cehennemdir’ düşüncesini tüm eserlerinde olduğu gibi
‘Dava’da da daha 1914-1915 yıllarında işlemiştir. Dava’nın yazıldığı dönemde
dünyanın bir çok ülkesi, başka ülkeleri avlamaya çıkmış kafes gibidir ve Kafka,
ölümünden hemen sonra ortaya çıkacak Hitler’in, Mussolini’nin ve Stalin’in
dünyayı kafesleme emellerini görmüş gibidir.
Hepimiz gibi Kafka için de toplumsal otorite ailede başlar.
Birey zaten bu yönüyle kafesin içine doğar ve kafesten kaçtığını sandığı her an
bir başka kafes onu çevreler. ‘Dava’nın kahramanı K. tutuklandığını öğrenir.
Başlangıçta tutuklanma nedenini merak etse de bu saçmalığı merak etmeyi
anlamsız bulur. Ancak tüm yaşamı da davasına odaklanır. Artık yaşamının geriye
kalan bir yılında her şeyi bu davadır. Gerçekte, K.’nın tutuklandığını
öğrenmesi, zaten toplum içinde tutuklu olmuş olmasının farkına varmasından
başka bir şey de değildir. Bundan sonra yaşayacakları, tutuklanma öncesinde
yaşayacaklarından çok da farklı değildir. Tek farkı ise K.’nın içine
kapatıldığı kafesin farkına varmış olması ve onun dışına çıkabilme çabasıdır.
K. dışındaki hiç kimse de bunun farkına varmaz ve bu dava onlara anlamsız
gelmez. Farkına varmamak onları huzurlu kılarken farkındalık, K.’nın
mutsuzluğunu belirler. Herkesin K.nın davasını biliyor olması, herkesin bir
davası olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca herkesin onun davasından haberdar
olması, ki bu onlara iktidar da sağlar, K’nın çevrelenmişliğinin bir
dışavurumudur. Suçlanan, tutuklanan ve özgürlüğü elinden alınan biri olarak K.
davalıdır. Suçlayan, tutuklayan olarak davacı ise toplumdur. Rahip K.ya davanın
yapısı hakkında bir bilgi vererek varoluşçuluğa gönderme yapar: “Mahkeme senden
bir şey istemiyor ki! Geldiğin zaman niye geldin demiyor, gitmek istedin mi,
koyveriyor gidiyorsun.” Bu yaşama ilişkin bir bilgidir. Yaşamda kendi
varoluşumuzu kendimiz belirleme hakkına sahibizdir ancak sonuçlarına katlanmak
şartıyla. Örneğin işe gitmeme hakkı bizde saklıdır ama buna karşılık verilecek
ceza bizim dışımızdadır. Aynı durum din için de geçerlidir. İnanıp inanmama
özgürlüğüne sahibizdir eğer cehennemi göze alabiliyorsak, cezası bizim
dışımızda örgütlenir. K’nın davası da aynı sorunu içinde barındırır. K. kendini
savunma hakkına sahiptir, bunun için Amcası Max aracılığıyla bir avukat da
tutar. Böylece K. amcasının ısrarı ve avukat yoluyla toplumun istemlerine boyun
eğdirilecektir. Ancak K. kendi varoluşunu kendisi belirlemek ister ve avukattan
vekaletini alır, kendini savunma ihtiyacı duymaz. K. kararını vermiştir ve
sonuçlarına da katlanacaktır. K.’nın sonu toplum kurbanı olmaktır. O toplum ki
kurumlarıyla, baskısıyla, bürokrasisiyle bireyi kafesin içine alır. Bireyden
beklenen tek rol zayıflıktır. Ünlü Kafka çözümlemecisi Ernest Fischer,
bürokrasi üzerine Kafka’dan şunları aktarır:
”Bürokrat için insanca ilişkiler değil, yalnızca nesne
ilişkileri vardır. İnsan evraka dönüşür. Evraka verilen sayı ile belirgin
kılınan, ölmüş bir varlık olarak evrakın akışına girer. Bu varlık şahsen
çağrıldığı zaman bile bir kişi değil, yalnızca ‘olay’dır. ‘Konu’ ile ilgili
olmayan ne varsa akıp gitmiştir. Resmi dairelerin koridorları aşağılanma kokar.
Sigara içmek kesinlikle yasaktır. Bu yasağın kapsamına soluk almak da girer.
Buna karşılık yürek çarpıntısına izin vardır, dahası çarpıntı olması istenen
bir şeydir. Her türlü ümit uçup gider. Kapıdan kapıya gönderilen kişiye
suçluluk duygusu aşılanır. Buraya giren, yalnızca bir vizite kağıdı ya da
pasaportunun uzatılmasını istese bile kendini suçlu duyumsar. En iyi olasılıkla
bir dilek sahibidir, aslında ise suçludur.”(Fischer,1998,33)
___________________________________________________________________________________
KAYNAKÇA
– Fischer, Ernst(1998) Kafka. Çev. Ahmet Cemal,
İstanbul:Kavram Yayınları
– Kafka, Franz(1983) Günce. Çev. Mazhar Candan,
İstanbul:İmge
– Kafka, Franz(1997) Dava. Çev. Kâmuran Şipal. İstanbul:Cem
Yayınevi
– Kafka, Franz(2000) Aforizmalar. Çev. Esendal Kuzucu.
Ankara:Sis Yayıncılık
___________________________________________________________________________________
students.itu.edu.tr
Franz Kafka DÖNÜŞÜM İlya
Yayınları
Yayınları
Zafer Altuğ
Kafka Hikayeleri Cem Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder