10 Mayıs 2013 Cuma

KELİMELER MÜZESİ


“Kitaplar kaybolmuş kafaların anıtlarıdır.”

   İsmini hatırlayamadığım düşünürün bu sözü, kafamın içinde yanıp sönen bir neon gibi asılı bir şekilde durduğunu hissediyorum.

   Ne zaman bir kitaba başlasam “bu adam, bunu yazarken, neyin kafasını yaşamış acaba?” gibi sorulu cümlelere yönelmem, yukarıdaki sözü benimsememin başka bir açısıdır. Gerçekten baktığımızda, yazarların onca kelimeleri bir arada toplayıp, düşlerindeki kendi devrimlerini sayfalarca gerçekleştirdikleri gibi, kaybolmuş zihinlerinin buluştuğu bir mekandır kitaplar. Orada en güzel, en akıldan geçmemiş yollara başvuruluyor ve o derinliklerde kendi yontulmamış özlerinden bir anıt dikebiliyorlar, kaybolmuş kelimelerin müzesine.

Yazımda kitapların önemi ve hayatımızın bir parçası olması gerektiğinin vurgusunu, vura vura akıllara çivilemek gibi bir niyetimin olduğu düşünüyorsanız, bu uzun kurulan prefabrik cümleler sonrasında, yanılgı payınızı hesabınıza yatırmakla birlikte, sizlere katılmadan edemiyorum.

Kitaplar hakkında; şöyle önemli, böyle güzel, okuyun, okumayanlara okutun vb. cümleler kurmak istemiyorum. Zaten bu yüzyılda, buraya uğrayıp, bunu okuyan bir çok kişi kitaplara aşina kişidir diye düşünüyorum. Burada yapmak istediğim, kaç yüzyıl önce kitap konusuna farklı ilişkilerle değinmiş olan Fransız deneme yazarı, Montaigne’nin “Denemler” adlı eserinden seçtiğim, “kitap” ile ilgili denemelerine yer vermek istiyorum. Kelimeler Müzesi'nin bana verdiği yetkilere dayanarak.

“Ben kitaplarımı yaratmadan kitaplarım beni yarattılar”. / Montaigne


KİTAPLAR

  İki alışveriş, (dostluk ve aşk) rastlantılara ve başkalarına bağlıdır; biri aramakla bulunmaz kolay kolay, öteki yaşla solar gider. Onun için yaşamımı doldurup doyuramazdı onlar. Üçüncü alışveriş, kitaplarla
kurduğumuz ilişkidir ki daha sağlam ve daha çok bizimdir. Ötekilerin başka üstünlükleri vardır, ama bu üçüncüsü daha sürekli ve daha kolayca yararlıdır.

  Ömür boyu yanı başımda, her yerde elimin altındadır. Kitaplar yaşlılığımda ve yalnızlığımda avuturlar beni. Sıkıntılı bir avareliğin baskısından kurtarır, hoşlanmadığım kişilerin havasından dilediğim zaman ayırı verirler beni.

  Fazla ağır basmadıkları, gücümü aşmadıkları zaman acılarım törpülerler. Rahatımı kaçıran bir saplantıyı başımdan atmak için kitaplara başvurmaktan iyisi yoktur, hemen beni kendilerine çeker, içimdekinden uzaklaştırırlar. Öyleyken, onları yalnız daha gerçek, daha canlı, daha doğal rahatlıklar bulamadığım zaman aramama hiç de kızmaz, her zaman aynı yüzle karşılarlar beni.

  Atını yularından tutup ardından çekene yürümek kolay gelir, derler. Bizim Jacques, Napoli ve Sicilya kralı, o genç, güzel, gürbüz adam, sedyeyle taşıtırmış kendini uzun yollarda, başı fukara işi bir yastığa dayalı, boz kumaştan bir giysi ve takkeyle; ama şahane bir alay gelirmiş ardından: Tahtırevanlar, yularından çekilen türlü türlü binek atları, rütbeli cübbeli kodamanlar, görevliler: Bu ne perhiz, bu ne turşu
dedirtecek gibi. İyileşmek elinde olan bir hastaya acınmaz. Pek doğru olan bu atasözünü ben denemiş ve kullanmış olarak, kitaplardan gördüğüm yarar için söyleyebilirim. Gerçekten ben kitapları, kitap
nedir bilmeyenlerden fazla kullanmam diyebilirim. Cimriler nasıl günün birinde kullanacağım diye hiç dokunmazlarsa definelerine, ben de öyle saklarım kitaplarımı. Ruhum onların benim olmasıyla doyar,
yetinir. Savaşta, barışta, kitapsız yola çıktığımız olamaz; yine de hiç kitap açmadığım günler, aylar olur. Biraz sonra, yarın, canım istediği zaman okurum derim. Zaman yürür gider beni dertlendirmeden; çünkü
kitaplarımın dilediğim zaman bana sevinç verecekleri, yaşamama destek olacakları düşüncesi anlatabileceğimden daha büyük bir rahatlık verir bana. İnsan yaşamı denen bu yolculukta benim
bulduğum en iyi nevale kitaplardır ve ondan yoksun anlayışta insanlara çok acırım.

  Vermekte aşırı giden bir kralın uyrukları istemekte aşırı giderler. Akla göre değil örneklere göre pay biçerler kendilerine

  Bir düzeni sarsanlar, onun yıkılmasıyla ilk ezilenler olur çoğu kez. Kargaşalığı çıkaran, yararını kendi görmez pek; Başka balıkçılar için suları bulandırmış olur.


KİTAP VE YAŞAM

  Ne yaparsınız bu adamlara: yazılı olmayan lafı dinlemezler, kitaba geçmedikçe sözlere inanmazlar, gerçeğe sakallı olmadıkça kulak vermezler. Budalalıklar yazı kalıbına döküldü mü bir ciddilik
kazanıyor. Bir yerde duydum, derseniz olmaz. Bir yerde okudum, diyeceksiniz. Ben insanların sözleriyle yazılarını ayırt etmediğim için konuşurken yapılan yanlışların yazarken de yapıldığını bildiğim,
zamanımıza eski zaman kadar değer verdiğim için bir dostun dediklerine büyük bilginlerin sözleri kadar değer veriyorum; kitaplar kadar kendi gördüklerimden de yararlanıyorum. Onlar der ki: Erdem uzamakla daha büyük olmaz. Ben de derim ki: Gerçek, ihtiyarlamakla daha akıllı olmaz. Hep söylerim: Örneklerimizi yalnız yabancılardan ve kitaplardan almak budalalıktır. Örnek bakımından zamanımız Homeros ve Platon zamanından daha az zengin değildir. Ama çoğumuzun istediği doğru söz söylemek değil, bilgiçlik taslamaktır. Sanki Plotin yahut Vascossan'ın dükkanından getireceğimiz tanıtlar kendi köyümüzden getireceğimiz tanıtlardan daha soyluymuş gibi. Gözümüzün önünde olup bitenleri, yararsız eklentilerden ayırıp belirtmeye, düşüncelerimizi onlar üzerinde işleyip değerlerini meydana çıkarmaya gücümüz yetmiyor.


KİTAPLARIN DEĞERİ

 Bir insanın değerini anlamak istedim mi, kendinden ne kadar memnun olduğunu, söylediklerini, yaptıklarını kendini ne dereceye kadar beğendiğini sorarım. Şu türlü özürleri pek dinlemek istemem: Bu işi laf olsun diye, şakacıktan yaptım;

"Ablatum medüs opus est incudibus istud. (Ovidius)

  İşi daha bitmeden çıktı tezgahtan."

bir saat bile durmadım üstünde; yaptıktan sonra bir daha gözden geçirmedim. Öyleyse, derim, bırakın bu işleri de hangi eseriniz sizi tam veriyorsa, değerinizin hangisiyle ölçülmesini istiyorsanız onu gösterin bana. Sonra şunu sorarım: Eserinizde en güzel bulduğunuz nedir? Şu parça mı, bu parça mı? Onda da beğendiğiniz yapısındaki hoşluk mu, kullandığınız malzeme mi, bir buluş, bir düşünce, bir bilgi mi? Hep görüyorum çünkü, insan başkasının işi kadar kendi işini değerlendirmekte de aldanıyor, yalnızca araya duygu karıştığı için değil, asıl değeri bilmediği, ayırt edemediği için. Bu eser, kendi gücü ve talihiyle onu yapmanın buluş ve bilgi gücünü aşabilir. Ben kendi hesabıma en az kendi eserimin değerini kestirebiliyorum: Denemeler'i bir batırır, bir çıkarırken hep kararsızlık ve kuşku içindeyim.

  Kimi kitaplar vardır, salt konularıyla yararlı olurlar değerlerinde yazarın payı yoktur. Üstelik öyle iyi kitaplar, öyle yararlı işler vardır ki insan yapmış olduğuna utanır.

  Örneğin ben şimdi tutsam istemeye istemeye bizim ülkenin yemeklerini, kıyafetlerini yazsam, zamanımızdaki kralların fermanlarını, halkın eline geçen mektuplarını toplasam; güzel bir kitabın özetini çıkarsam (ki güzel bir kitabın her türlü özeti saçma bir özet olur ya!) ve o kitap sonradan kaybolsa, buna benzer daha başka işlere girişsem. Elbette gelecek kuşaklar bu yazılarımdan eni konu yararlanabilir; ama ben o zaman talihimden başka neyimle övünebilirim? Nice ünlü kitaplar, böylesi kitaplardır.

  Birkaç yıl önce Philippe de Commines'i okuyordum. Çok iyi bir yazardır kuşkusuz Commines. Kitabında şu yabana atılmaz söz gözüme çarpmıştı: İnsanın efendisine ettiği hizmet onun bu hizmete verebileceği karşılığı aşmamalı. Meğer bu sözün değeri yazarda değil salt kendindeymiş. Aynı söze geçenlerde Tacitus'ta rasladım: İyilikler insana, karşılığını verebileceğini sandığı sürece hoş gelir. Bu ölçüyü aştılar mı onları minnetle değil kinle karşılarız. Seneka aynı şeyi daha kuvvetle söylüyor: İnsan karşılık veremediğinden utandı mı karşılık verecek kimsesi olmasını istemez. Cicero da, biraz daha gevşek: Memnun edemeyeceğini sanan, kimsenin dostu olamaz, diyor.

  Bir konu, cinsine göre, bir adamı bilgili, zengin bellekli gösterebilir. En kişisel, en değerli tarafını, ruhunun asıl gücünü ve güzelliğini anlayabilmek için, kendinden olanla olmayanı ayırdetmek, kendinden olmayan şeyleri de nasıl seçtiğine, düzenlediğine, nasıl bir şekil ve dil kullandığına bakmak gerek. Başka türlü olur mu? Ya söylediğini başka yerden almış ve daha kötü bir şekle sokmuşsa? Çoğu kez böyle oluyor. Kitaplarla alışverişim azsa yeni bir şairde gördüğüm güzel bir buluşu övmeye cesaret edemem; önce bilen birinin bana o parçanın şairin kendi malı olup olmadığımı söylemesi gerek. O zamana kadar dilimi tutarım, neme gerek.

  Yılların elimizden çekip aldığı yaşama zevklerini dişimiz tırnağımızla savunmalıyız.

  Derler ki, uzun süren hayat, hayatların en iyisi değildir, uzun sürmeyen ölümse ölümlerin en iyisidir. 

  Ah bir dost! Eskiler dostluğun sudan ve ateşten daha zorunlu ve daha tatlı olduğunu söylerler, ne doğru. 


KİTAPLAR VE İNSANLAR
   
Ne yapacağız bu insanlarla? Yalnız kitaba girmiş tanıklıklara önem veriyor insanlara kitaba girmedikçe, doğruluğu geçerli yaşı olmadıkça inanmıyorlar. Budalalıklarımızı harflere dökünce saygınlaştırmış oluyoruz. Okudum demek, birinden duydum demekten çok daha ağır basıyor. Ama ben insanların ellerini ağızlarından daha inanılır bulmadığım, konuşurken saçmaladığımız kadar yazarken de saçmaladığımızı bildiğim ve bizim çağımızı geçmiş başka bir çağdan ayırmadığım için, Aulus Gellius ya da Mavrobius kadar benim bir dostumu, onların yazdıkları kadar benim gördüklerimi öne sürebilirim. Onlar nasıl erdem için uzun sürmekle daha büyük olmaz diyorlarsa ben de doğruluk için, yaşı büyüdükçe akla daha yakın olmaz diyorum. Sık sık söylerim: Örneklerimizi hep yabancılardan ve okul kitaplarından vermemiz ahmaklıktır düpedüz. Örnekler, Homeros'un, Platon'un zamanında olduğu kadar boldur bugün de. Ama biz düşüncenin doğruluğundan çok, ömeklerin gösterişi peşindeyiz; kanıtlarımızı kitapçı Vascasan ya da Platin dükkanından alıp kullanmak kendi köyümüzde gördüklerimizden çıkarmaktan daha üstün bir doğruluk sağlarmış gibi. Ya da belki gözümüzün önündekileri ayıklayıp değerlendirmeye, onları sıcağı sıcağına eleştirip örnek haline getirmeye yatkın değil kafamız. Çünkü, kendi tanıklığımıza güvenecek kadar bilgin ve yeterli değiliz dersek, yersiz söz etmiş oluruz. O kadar ki, bence, en orta malı, en çok bilinen, en gösterişsiz şeyleri kendi ışıklı yanlarından görebilirsek, onlardan doğanın en büyük mucizeleri, ömeklerin en zenginleri çıkarılabilir, özellikle insan eylemler konusunda.

   Burada yazıma tezkeresini verirken, bizden bir gerçekliğide unutmamalı ve bir düşünmeli derim:

 "Kelimeler, kelimeler albayım.. Bazı anlamlara gelmiyor." / Oğuz Atay

___________________________________________________________________________________

 

Montaigne - Denemeler

KİTAPLAR
(Kitap 3, bölüm 3) (Kitap 3, bölüm 6) 
(Kitap 1, bölüm 23)

KİTAP VE YAŞAM 
(Kitap 3, bölüm 13)

KİTAPLARIN DEĞERİ 
(Kitap 3, bölüm 7) (Kitap 1, bölüm 39)
(Kitap 3, bölüm 9) (Kitap 3, bölüm 9)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder