“Kitaplar kaybolmuş kafaların anıtlarıdır.”
İsmini hatırlayamadığım düşünürün bu sözü, kafamın içinde
yanıp sönen bir neon gibi asılı bir şekilde durduğunu hissediyorum.
Ne zaman bir kitaba
başlasam “bu adam, bunu yazarken, neyin kafasını yaşamış acaba?” gibi sorulu cümlelere yönelmem,
yukarıdaki sözü benimsememin başka bir açısıdır. Gerçekten baktığımızda, yazarların onca
kelimeleri bir arada toplayıp, düşlerindeki kendi devrimlerini sayfalarca
gerçekleştirdikleri gibi, kaybolmuş zihinlerinin buluştuğu bir mekandır
kitaplar. Orada en güzel, en akıldan geçmemiş yollara başvuruluyor ve o
derinliklerde kendi yontulmamış özlerinden bir anıt dikebiliyorlar, kaybolmuş
kelimelerin müzesine.
Yazımda kitapların önemi ve hayatımızın bir parçası olması
gerektiğinin vurgusunu, vura vura akıllara çivilemek gibi bir niyetimin olduğu düşünüyorsanız,
bu uzun kurulan prefabrik cümleler sonrasında, yanılgı payınızı hesabınıza
yatırmakla birlikte, sizlere katılmadan edemiyorum.
Kitaplar hakkında; şöyle önemli, böyle güzel, okuyun, okumayanlara
okutun vb. cümleler kurmak istemiyorum. Zaten bu yüzyılda, buraya uğrayıp, bunu
okuyan bir çok kişi kitaplara aşina kişidir diye düşünüyorum. Burada yapmak
istediğim, kaç yüzyıl önce kitap konusuna farklı ilişkilerle değinmiş olan Fransız
deneme yazarı, Montaigne’nin “Denemler” adlı eserinden seçtiğim, “kitap” ile
ilgili denemelerine yer vermek istiyorum. Kelimeler Müzesi'nin bana verdiği yetkilere
dayanarak.
“Ben kitaplarımı yaratmadan kitaplarım beni yarattılar”. / Montaigne
KİTAPLAR
İki alışveriş,
(dostluk ve aşk) rastlantılara ve başkalarına bağlıdır; biri aramakla bulunmaz kolay kolay, öteki yaşla solar gider. Onun
için yaşamımı doldurup doyuramazdı onlar. Üçüncü alışveriş,
kitaplarla
kurduğumuz ilişkidir ki daha sağlam ve daha çok bizimdir.
Ötekilerin başka üstünlükleri vardır, ama bu üçüncüsü daha sürekli ve
daha kolayca yararlıdır.
Ömür boyu yanı
başımda, her yerde elimin altındadır. Kitaplar yaşlılığımda ve yalnızlığımda avuturlar beni. Sıkıntılı
bir avareliğin baskısından kurtarır, hoşlanmadığım kişilerin havasından
dilediğim zaman ayırı verirler beni.
Fazla ağır
basmadıkları, gücümü aşmadıkları zaman acılarım törpülerler. Rahatımı kaçıran bir saplantıyı başımdan
atmak için kitaplara başvurmaktan iyisi yoktur, hemen beni
kendilerine çeker, içimdekinden uzaklaştırırlar. Öyleyken, onları yalnız daha
gerçek, daha canlı, daha doğal rahatlıklar bulamadığım zaman
aramama hiç de kızmaz, her zaman aynı yüzle karşılarlar beni.
Atını yularından
tutup ardından çekene yürümek kolay gelir, derler. Bizim Jacques, Napoli ve Sicilya kralı, o genç, güzel,
gürbüz adam, sedyeyle taşıtırmış kendini uzun yollarda, başı fukara işi
bir yastığa dayalı, boz kumaştan bir giysi ve takkeyle; ama şahane bir
alay gelirmiş ardından: Tahtırevanlar, yularından çekilen türlü
türlü binek atları, rütbeli cübbeli kodamanlar, görevliler: Bu ne
perhiz, bu ne turşu
dedirtecek gibi. İyileşmek elinde olan bir hastaya
acınmaz. Pek doğru olan bu atasözünü ben denemiş ve kullanmış olarak,
kitaplardan gördüğüm yarar için söyleyebilirim. Gerçekten ben
kitapları, kitap
nedir
bilmeyenlerden fazla kullanmam diyebilirim. Cimriler nasıl günün birinde
kullanacağım diye hiç dokunmazlarsa definelerine, ben de öyle saklarım kitaplarımı. Ruhum onların benim
olmasıyla doyar,
yetinir. Savaşta, barışta, kitapsız yola çıktığımız
olamaz; yine de hiç kitap açmadığım günler, aylar olur. Biraz sonra, yarın,
canım istediği zaman okurum derim. Zaman yürür gider beni dertlendirmeden; çünkü
kitaplarımın
dilediğim zaman bana sevinç verecekleri, yaşamama destek olacakları düşüncesi anlatabileceğimden daha büyük
bir rahatlık verir bana. İnsan yaşamı denen bu yolculukta
benim
bulduğum en iyi nevale kitaplardır ve ondan yoksun
anlayışta insanlara çok acırım.
Vermekte aşırı
giden bir kralın uyrukları istemekte aşırı giderler. Akla göre değil örneklere göre pay biçerler kendilerine
Bir düzeni
sarsanlar, onun yıkılmasıyla ilk ezilenler olur çoğu kez. Kargaşalığı çıkaran, yararını kendi görmez pek; Başka
balıkçılar için suları bulandırmış olur.
KİTAP VE YAŞAM
Ne yaparsınız bu
adamlara: yazılı olmayan lafı dinlemezler, kitaba geçmedikçe sözlere inanmazlar, gerçeğe sakallı olmadıkça
kulak vermezler. Budalalıklar yazı kalıbına döküldü mü bir
ciddilik
kazanıyor. Bir yerde duydum, derseniz olmaz. Bir yerde
okudum, diyeceksiniz. Ben insanların sözleriyle yazılarını ayırt
etmediğim için konuşurken yapılan yanlışların yazarken de yapıldığını
bildiğim,
zamanımıza
eski zaman kadar değer verdiğim için bir dostun dediklerine büyük bilginlerin sözleri kadar değer
veriyorum; kitaplar kadar kendi
gördüklerimden de yararlanıyorum. Onlar der ki: Erdem uzamakla daha
büyük olmaz. Ben de derim ki: Gerçek, ihtiyarlamakla daha akıllı
olmaz. Hep söylerim: Örneklerimizi yalnız yabancılardan ve kitaplardan almak budalalıktır. Örnek bakımından zamanımız Homeros ve Platon zamanından daha az zengin değildir. Ama çoğumuzun istediği doğru söz söylemek değil, bilgiçlik
taslamaktır. Sanki Plotin yahut Vascossan'ın dükkanından getireceğimiz
tanıtlar kendi köyümüzden getireceğimiz tanıtlardan daha soyluymuş
gibi. Gözümüzün önünde olup bitenleri, yararsız eklentilerden
ayırıp belirtmeye, düşüncelerimizi onlar üzerinde işleyip değerlerini meydana çıkarmaya gücümüz yetmiyor.
KİTAPLARIN
DEĞERİ
Bir insanın değerini anlamak istedim mi, kendinden ne kadar memnun olduğunu, söylediklerini, yaptıklarını kendini ne dereceye kadar beğendiğini sorarım. Şu türlü özürleri pek dinlemek istemem: Bu işi laf olsun diye, şakacıktan yaptım;
"Ablatum medüs opus est incudibus istud. (Ovidius)
İşi daha bitmeden çıktı tezgahtan."
bir saat bile durmadım üstünde; yaptıktan sonra bir daha
gözden geçirmedim. Öyleyse, derim, bırakın bu işleri de hangi
eseriniz sizi tam veriyorsa, değerinizin hangisiyle ölçülmesini
istiyorsanız onu gösterin bana. Sonra şunu sorarım: Eserinizde en güzel
bulduğunuz nedir? Şu parça
mı, bu parça mı? Onda da beğendiğiniz yapısındaki hoşluk mu, kullandığınız malzeme mi, bir buluş, bir
düşünce, bir bilgi mi? Hep görüyorum çünkü, insan başkasının işi kadar kendi
işini değerlendirmekte de aldanıyor, yalnızca araya duygu
karıştığı için değil, asıl değeri bilmediği, ayırt edemediği için. Bu
eser, kendi gücü ve talihiyle onu yapmanın buluş ve bilgi gücünü aşabilir.
Ben kendi hesabıma
en az kendi eserimin değerini kestirebiliyorum: Denemeler'i bir batırır, bir çıkarırken hep kararsızlık ve kuşku
içindeyim.
Kimi kitaplar vardır,
salt konularıyla yararlı olurlar değerlerinde yazarın payı yoktur. Üstelik öyle iyi kitaplar, öyle
yararlı işler vardır ki insan yapmış olduğuna utanır.
Örneğin ben şimdi tutsam istemeye istemeye
bizim ülkenin yemeklerini, kıyafetlerini yazsam, zamanımızdaki kralların fermanlarını, halkın eline geçen mektuplarını toplasam;
güzel bir kitabın özetini çıkarsam (ki güzel bir kitabın her türlü
özeti saçma bir özet olur ya!) ve o kitap sonradan kaybolsa, buna benzer
daha başka işlere girişsem. Elbette gelecek kuşaklar bu yazılarımdan
eni konu yararlanabilir; ama ben o zaman talihimden başka neyimle övünebilirim? Nice ünlü kitaplar, böylesi kitaplardır.
Birkaç yıl önce Philippe de Commines'i
okuyordum. Çok iyi bir yazardır kuşkusuz Commines. Kitabında şu
yabana atılmaz söz gözüme çarpmıştı: İnsanın efendisine ettiği
hizmet onun bu hizmete verebileceği karşılığı aşmamalı. Meğer bu sözün değeri yazarda değil salt kendindeymiş. Aynı söze geçenlerde Tacitus'ta rasladım: İyilikler insana,
karşılığını verebileceğini sandığı sürece hoş gelir. Bu ölçüyü aştılar mı onları minnetle değil kinle karşılarız. Seneka aynı
şeyi daha kuvvetle söylüyor: İnsan karşılık veremediğinden
utandı mı karşılık verecek kimsesi olmasını istemez. Cicero da, biraz
daha gevşek: Memnun edemeyeceğini sanan, kimsenin dostu olamaz,
diyor.
Bir konu, cinsine
göre, bir adamı bilgili, zengin bellekli gösterebilir. En kişisel, en değerli tarafını, ruhunun
asıl gücünü ve güzelliğini anlayabilmek için, kendinden olanla olmayanı
ayırdetmek, kendinden olmayan şeyleri de nasıl seçtiğine,
düzenlediğine, nasıl bir şekil ve dil kullandığına bakmak gerek. Başka türlü olur
mu? Ya söylediğini başka yerden almış ve daha kötü bir şekle
sokmuşsa? Çoğu kez böyle oluyor. Kitaplarla alışverişim azsa yeni
bir şairde gördüğüm güzel bir buluşu övmeye cesaret edemem; önce
bilen birinin bana o parçanın şairin kendi malı olup olmadığımı
söylemesi gerek. O zamana
kadar dilimi tutarım, neme gerek.
Yılların elimizden
çekip aldığı yaşama zevklerini dişimiz tırnağımızla savunmalıyız.
Derler ki, uzun
süren hayat, hayatların en iyisi değildir, uzun sürmeyen ölümse
ölümlerin en iyisidir.
Ah bir dost! Eskiler dostluğun sudan
ve ateşten daha zorunlu ve daha tatlı
olduğunu söylerler, ne doğru.
KİTAPLAR
VE İNSANLAR
Ne yapacağız bu insanlarla? Yalnız
kitaba girmiş tanıklıklara önem veriyor insanlara kitaba girmedikçe, doğruluğu geçerli
yaşı olmadıkça inanmıyorlar. Budalalıklarımızı harflere dökünce
saygınlaştırmış oluyoruz. Okudum
demek, birinden duydum demekten çok daha ağır basıyor. Ama ben insanların ellerini ağızlarından daha
inanılır bulmadığım, konuşurken saçmaladığımız kadar yazarken de saçmaladığımızı bildiğim ve bizim çağımızı geçmiş başka
bir çağdan ayırmadığım için, Aulus Gellius ya da Mavrobius kadar
benim bir dostumu, onların yazdıkları kadar benim gördüklerimi öne
sürebilirim. Onlar nasıl erdem için uzun sürmekle daha büyük olmaz
diyorlarsa ben de doğruluk için, yaşı büyüdükçe akla daha yakın olmaz
diyorum. Sık sık söylerim: Örneklerimizi hep yabancılardan ve okul kitaplarından vermemiz ahmaklıktır düpedüz. Örnekler, Homeros'un, Platon'un zamanında olduğu kadar boldur bugün de. Ama biz düşüncenin doğruluğundan çok, ömeklerin gösterişi
peşindeyiz; kanıtlarımızı kitapçı Vascasan ya da Platin dükkanından
alıp kullanmak kendi köyümüzde gördüklerimizden çıkarmaktan
daha üstün bir doğruluk sağlarmış gibi. Ya da belki gözümüzün önündekileri ayıklayıp değerlendirmeye, onları sıcağı
sıcağına eleştirip örnek haline getirmeye yatkın değil kafamız.
Çünkü, kendi tanıklığımıza güvenecek kadar bilgin ve yeterli değiliz
dersek, yersiz söz etmiş oluruz. O kadar ki, bence, en orta malı, en çok
bilinen, en gösterişsiz şeyleri kendi ışıklı yanlarından görebilirsek,
onlardan doğanın en büyük mucizeleri, ömeklerin en zenginleri
çıkarılabilir, özellikle
insan eylemler konusunda.
Burada yazıma tezkeresini verirken, bizden bir gerçekliğide unutmamalı ve bir düşünmeli derim:
"Kelimeler, kelimeler albayım.. Bazı anlamlara gelmiyor." / Oğuz Atay
___________________________________________________________________________________
Montaigne - Denemeler
KİTAPLAR
(Kitap 3, bölüm 3) (Kitap 3, bölüm 6)
(Kitap 1, bölüm 23)
KİTAP VE YAŞAM
(Kitap 3, bölüm 13)
KİTAPLARIN
DEĞERİ
(Kitap 3, bölüm 7)
(Kitap 1, bölüm 39)
(Kitap 3, bölüm 9) (Kitap 3, bölüm 9)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder